Yaşam


Mükemmelliği Modelleme ile ilgili enfes makale

Başarının diğer yolu

Sevgili Yılmaz,

Sana çok teşekkür ederim. Bugünkü başarılarımın neredeyse hepsini sana borçluyum. Şimdi diyeceksin, “Ne borcu ya, ben sana ne yardım ettim ne de akıl verdim. Okulu birlikte okuduk o kadar, onda da arada bir sohbet ederdik hepsi o kadar...” Evet, haklısın, sen bana doğrudan hiç yardım etmedin; ama sen hiç bilmeden ben seni akıl hocam olarak kullandım. Okul dönemini belki hatırlarsın, ben sorumluluk almaktan kaçan, insanların arasına karışmaktan çekinen, bildiği yoldan şaşmayan pasif bir insandım. Sense her fırsatta sorumluluk almaya çalışan, imkansız gibi görünen görevlere bile talip olan, sonra da bu görevleri başarmak için sıradışı yollar bulan, teklifsiz bir şekilde hiç tanımadığı insanlarla bile rahatça tanışan onlarla çabucak ortak yanlar bulup dostluk kuran, hem okulda hem okul sonrasında yaşamında başarıyı neredeyse soyadın haline getirmiştin. Benim hayatımsa başarısızlıklarla doldu bir süre. Senin bu sorumluluk almaktan kaçınan, sosyalleşemeyen ve tekdüzeliği kendine yaşam biçimi seçmiş olan bu arkadaşının hayatı başarısızlıklarla doldu. Askerde bile, sosyalleşememem, cesaretimi toplayıp bir söz söyleyememem, düşünce olarak benden çok daha geride olan bazı insanların bile önüme geçmesine neden oldu. İşyerinde benden çok daha yeteneksiz insanlar terfi alırken, ben belirli bir kademede çakılıp kaldım. Evlenmiştim, eşim çocuk yapmak istiyordu. Bense bir çocuğun sorumluluğunun altına girmek istemiyordum. Bu çatışmanın sonucunda eşim de beni terk etti. Onun beni terk ettiği gün, benim için bir dönüm noktası oldu.

Kaybeden olmaktan öte, başarılı olabilmek için ne yapmalıydım? Aklıma sen geldin. Senin başarılarını hep gıpta ederek izlemiştim. Herhangi bir karar durumunda senin aldığın kararlarla benim aldığım kararlar hep farklıydı. Sen benim hayat yolumda olsaydın, hep başka kararlar alacaktın. Bir sorumluluk fırsatı ortaya çıktığında sen alacaktın; bense görünmez olmaya çalışacaktım. Bir toplantıda yeni insanlarla tanışma fırsatı ortaya çıktığında sen yeni dostlar, yeni iş ortakları bulabilirim diye koşacaktın, bense türlü mazeret uydurup kaçacaktım ve daha birçok noktada senin kararların benimkinden çok daha farklı olacaktı. Bu arada senin ne kararlar alabildiğini düşünebildiğimi fark ettim. Evreka!!! Bulmuştum. Başarılı olmanın yolunu bulmuştum. Artık gerisi çok kolaydı. Herhangi bir karar durumunda önce ben Sergen olarak ne yaparım diye düşünüyorum, sonra da Yılmaz ne yapardı diye düşünüp senin yapacağın şeyi yapıyorum. Seni bir anlamda model olarak aldım ve inan yaşamım çok değişti. Şimdi karımla birlikte çok mutlu yaşıyoruz. Üç çocuğumuz var. Bu karardan sonra atılganlıkla üç yıl içinde şirketin genel müdür yardımcılığına kadar yükseldim. Bir arkadaşım bana ciddi yapılmış bir piyasa araştırmasını sunarak, o konuda yeni bir iş kurmamı önerdi. İstifa edip yeni bir şirket kuracaktım. Eski Sergen olsa, kesinlikle bildiği tekdüze yaşamın dışına çıkmazdı. Yılmaz ne yapar diye düşündüm ve Yılmaz istifa eder ve şirketi kurar dedim ve şimdi yaklaşık elli kişinin çalıştığı bir şirketin sahibiyim.

Sana teşekkür ederim Yılmaz, sen farkında olmadan bana rol modeli olarak inanılmaz yardımlarda bulundun. Sanırım insanın kabuğunu kırmasında, bir başkasını rol modeli olarak benimsemesinin inanılmaz faydası var. Ancak bir başkasını başarı modeli olarak seçebilmenin bazı kuralları var.

Birincisi, başarı modeli olarak gerçekten gıpta ettiğin bir kişiyi tespit edeceksin. Burası çok önemli, başarılı olan; ama gıpta etmediğin bir insanın izinden gidersen istemediğin bir yaşamla karşılaşabilirsin.

İkincisi başarı modeli olarak aldığın kişiyi gerçekten iyi tanıyacaksın. Yani en az onun herhangi bir karar durumunda ne düşüneceğini bilecek kadar onu tanıyacaksın.

Üçüncüsü, gerçekten bir karar durumunda o ne yapardı diye mutlaka bir an durup düşüneceksin. Eğer senin yapacağından farklıysa, ki olasılıkla öyledir, kendi yapacağın eylemi bir kenara koyup onun yapacağı eylemi uygulayacaksın. Eğer onun alacağı kararı düşünüp uygulamazsan bütün bu ön çalışmalar boşa gider. Eylemler değişmedikçe sonuçlar değişmez.

Dördüncüsü, o nasıl yapardı diye düşünüp onun alabileceği kararları uygularken, kendin olmayı da unutma... İstediğin başarılara giden yolda onun eylemlerini izle; ama başarıyla alakası olmayan konularda onu taklit etme, kendin ol. Yoksa bir başkası olarak ölürsün.

Yılmaz, bütün bunları sana niye yazdım? Çevrende yardıma ihtiyaç duyduğunu hissettiğin birini görürsen, bu yazıyı ona ver. Benim sana borcum olduğu kadar, senin de topluma örnek bir insan olarak başarı yollarını paylaşma borcun var.

Tekrar teşekkür ederim.  İmza: Sergen
Soru İşareti(?)

Hiç soru sormayan, aslında hiçbir şey hakkında çok şey bilen gibidir.
Uygun soruları bulmak önemlidir.

Soru sormanın hikmetini anlatan enfes bir makale.

İlkokul beşinci sınıfa geçtiğim yıldı. Yoksulduk. Bu yüzden, yaz tatillerinde mahalledeki berberlerin, bakkalların, fotoğrafçıların, eczacıların, tuhafiyecilerin yanında üç ay çırak olarak çalışır, böylece ailemden harçlık istemek zorunda kalmaz, hatta okul kitaplarımı kendi biriktirdiğim parayla aldığım bile olurdu...
O yıl bir fotoğrafçının yanında iş bulabilmiştim. Fotoğrafçılığın büyülü dünyası beni daha ilk günden içine çekmiş, karanlık odanın her yanına sinmiş kimyasalların kokusu kanıma işlemişti. İşim çay söylemekten, getir–götür yapmaktan, günde üç kez yerleri paspaslamaktan ve haftada bir de koca koca vitrin camlarını parlatmaktan ibaret olduğu halde, en severek çalıştığım yaz tatili o yaz tatiliydi...

Bir akşam üzeri, haftalığımı almış olarak eve döndüğümde, birkaç aydan beri boş duran karşımızdaki dairenin tutulduğunu ve birilerinin oraya taşınmakta olduğunu gördüm. İçten içe sevinmiştim. Belki yeni bir arkadaşım olabilirdi...

Gerçekten de yeni bir arkadaşım olmuştu. O daireye taşınan ailenin tek çocuğuydu. Tam benim yaşımdaydı. Tedirgin, az konuşan, hatta konuşmaktan korkan bir yapısı vardı. Annesi de babası da memur olduğu için, henüz hiçbir akranını tanımadığı bu yeni mahallede bütün gününü yapayalnız geçirmek zorundaydı. Zamanla hem komşuluğumuz hem de arkadaşlığımız gelişince onu mahalledeki diğer çocuklarla tanıştırmayı başarabilmiştim. Mısır püskülü gibi sapsarı saçları yüzünden arkadaşlar arasındaki lakabı “Sarı” olmuştu. Sağ avucunun içinde kocaman kahverengi bir leke vardı. Yaz tatilinin sonunda, ailesi onu da mahalledeki tek okula, benim okuluma yazdırdığında, artık onunla aynı sınıfta sıra arkadaşı da olmuştuk...

Ortaokula ve liseye de onunla beraber gittik. Bir yıl dışında ortaokul ve lisede de sınıf arkadaşlığımız devam etti. Lise ikinci sınıfa birlikte geçmiştik. Yani ailelerimiz altı senedir komşu, biz ise altı senedir arkadaştık. Ama bizim, yani birbirine zıt böyle iki insanın nasıl sıkı arkadaş olabildiğine herkes şaşıyordu. mesela ben derslerde öğretmenlerimden, evde annemden hep çok soru sorduğum için dayak yiyordum; o ise hiç soru sormadığı için. Kızlar benden çok geveze olduğum için sıkılıp kaçıyorlardı, ondan ise çok suskun olduğu için. Ben okulun futbol takımından çok çalım yaptığım için atılmıştım, o ise çalım atmayı bilmediği için...

Zaman içinde onun bu pısırıklığı, suskunluğu ve cesaretsizliği sinirimi bozmaya, canımı sıkmaya başlamıştı. Çünkü ona “bugün derslere girmiyoruz, boykot edeceğiz” derdim, katılırdı; ama “niye” diye sormazdı, derste öğretmen “su 100 derecede kaynar” der geçerdi, o bunu defterine not olarak yazar; ama öğretmene “niye” diye sormazdı. Ben siyasi gençlik toplantılarına katılmak için o gün okulu kıracaksam ona “bugün beni idare et, sınıf öğretmenine hasta olduğumu söylersin” derdim, o “niye” diye sormazdı. Ben nalburdan bir kutu boya alır ve ona “bu akşam annenlere bir yalan at, yazıya çıkacağız” derdim, o “niye” diye sormazdı. “Ben ona “bu duvara ‘kahrolsun bilmem ne’ yaz; bu duvara ‘yaşasın bilmem ne’ yaz” derdim, o yazardı; ama “niye” diye sormazdı. Ben gözaltına alınır, karakolda bir araba sopa yer ve her tarafım mosmor olarak ertesi sabah mahalleye gelirdim, o “ne oldu” diye sormazdı. Bir saksı gibi, bir taş parçası gibi, bir ağaç gibi kendi halinde ve tepkisiz yaşardı. Ona zaman zaman “sen soru sormak nedir bilmez misin yahu?!” diye çıkıştığımda, o sadece omuzlarını silkerdi...

Aradan yıllar geçti. Arkadaşlıklar, komşuluklar bitti, evler dağıldı. Araya cuntalar, hapislikler, dipçikler, ayrılıklar, ölümler girdi. Hayat herkesi bir yere savurdu, herkesi bir başka öğüttü...

Geçenlerde, özel bir iletişim akademisinin ilk mezunlarını verdiği bir davete katıldım. Davet, sinema bölümünün ilk mezunlarının çektiği iki belgeselin galasını içeriyordu. Çevreme baktım, davetliler arasında bir yığın yazar, çizer, sanatçı, aydın. Herkes bir kenarda ikili üçlü gruplar oluşturmuş ayaküstü söyleşiyor. Bu tür çevrelerde, tanıdığım ve tanıyanım, sevdiğim ve sevenim çok az olduğu için, sadece birkaç kişiyle uzaktan selamlaşmayla yetinip bir köşeye çekildim. Boğaz’daki gün batımına bakmak, başkalarının sahte sırıtık suratlarına bakmaktan daha çekici geldi bana. Sonra öğrencilerden birinin kısa bir konuşmasıyla iki filmin gösterimi başladı...

Birer öğrenci filmi olarak oldukça başarılı sayılabilecek iki film izledim orada. Filmlerin sonunda perde karardı, ışıklar yandı ve ben kutlamak, konuşmak, tartışmak için filmleri yapan öğrencileri sordum. Gittiklerini öğrendim. Güldüm. Akademinin müdürüyle yaptığımız kısa konuşmada filmlerde bir şeyin eksik olduğunu; ama neyin eksik olduğunu tam olarak adlandıramadığımı söyledim. Sonra vedalaştık. Aşağıya otoparka inip görevliye otomobilimi gösterdim. Çok kısa bir süre sonra otomobilim önüme geldi. İçinden inen görevliye vermek üzere cebimdeki birkaç milyonu avucuma aldım. Otomobilime ilerledim, binmem için kapıyı bana açmış olarak bekleyen görevlinin yanına geldiğimde avucumdaki parayı uzattım. Görevlinin parayı almak için açılan avucunda gördüğüm koca kahverengi leke beni sarstı. Kafamı kaldırıp adamın suratına baktığımda benimle aynı yaşta, mısır püskülü saçları kirden tiftiklenmiş, üzerinde yırtık pırtık bir gömlek ve aynı kısık gözlerle bana bakan “Sarı”yla göz göze geldim. Emin olabilmek için sadece “Sarı?..” diye mırıldanabildim. “Benim” dedi “Geldiğinde de görmüştüm seni; ama yirmi yıl sonra bir çırpıda emin olamıyor insan...”

“Sarı” ile birlikte Boğaz Köprüsü’nden geçerken, gişelere geldiğimizde hayatım boyunca “Sarı”nın ağzından duyduğum ilk ve tek soru patladı kulağımda: “Nereye gidiyoruz?..” Sinirlerim boşalmıştı. “Artık çok geç...” diyebildim kahkahalarımın arasında “sarı”ya “...Soru sormak için artık çok geç...” ve izlediğim o öğrenci filmlerinde neyin eksik olduğunu da hatırladım; filmlerde tek bir “soru işareti” bile yoktu... 
Katı Yönetim Bazen İşe Yarar :) 

Yönetim danışmanlarının çoğu, yöneticinin alt kademedekilere, tatlı tavırlarla yaklaşmasını tavsiye eder. Bu düşünceye sonuna kadar katılıyoruz. Ancak yönetimde disiplini de göz ardı etmemek gerektiğine inanıyoruz. Hele hele uzun süreli iş veya aşk ilişkilerinde saygı ve sevginin ayrılmaz bir ikili olduğunu vurgulamak istiyoruz.

Aşağıdaki fıkra bu konuyu çok güzel özetliyor:

Çocuk dedesine sormuş:
Dede, nenem ile kaç yıldır evlisiniz?
- 40 yıldır evlat, demiş dede.
- Peki ama dede, ben sizi hiç kavga ederken görmedim bunun sırrı nedir?

- Otur evlat anlatayım. Evlat biz ninen ile evlendiğimizde elde avuçta bir şey yok, kimsemde yoktu. Ben neneni bizden oldukça uzaktaki köyden aldım, nikahımız kıyıldı, benim at arabasına nenenin üç beş eşyasını attık ve bizim koyun yolunu tuttuk. Yolda benim atın ayağı sürçtü ve tökezledi. Ben "Bu bir"" dedim. Devam ederken bir daha tökezledi, ben yine "Bu iki" dedim. Köye de daha epey yolumuz vardı, bizim atin ayağı bir daha tökezleyince "Bu üç" dedim ve çektim belimden piştovu, atı orada vurdum.

Ben atı vurunca nenen başladı bana söylenmeye. "Biz şimdi nasıl gidicez , niye durup dururken atı vurdun" Sende hiç akıl yok mu" Bu eşyaları nasıl götüreceğiz?""

Ben de döndüm nenene "Bu bir"" dedim.

O gün bugündür, gül gibi geçinip gidiyoruz:) ..